
Kendi liseme geri döneyim. Benim anlatacaklarım tabii 2002 yılının şartlarına göre olacak. Şimdilerde nedir, ne değildir bilemem. Gazetecilik aslında tam benlik bir meslekti. Gazetecilik demeyelim de basın, yayın, medya, reklam sektörü diyelim genel olarak. Meslek Lisesi deyince insanın aklına direkt elektrik, elektronik vb. bölümler geliyor ama bizim okulda düşünün Plastik Sanatlar, Bilgisayar gibi bölümler de vardı. Hatta okula kaydımızı yaptırırken müdür yardımcısı “Puanı yüksek, bilgisayar bölümüne kaydedelim,” demişti de ben yok yahu gazetecilik iyidir diyerek istememiştim.
İlkokulumun iki adım ötesinde, Maçka’daki bu okul zaten önce binasıyla beni büyülemişti. Okulun mimarı İtalyan mimar Giulio Mongeri. Kendisi bizim okulun dışında, Assicurazioni Generali Han, Bulgur Palas, Karaköy Palas, Maçka Palas, St. Antuan Kilisesi, Taksim Meydanı Anıtı gibi eserlere de imza atmış önemli bir kişilik. Binanın okul olarak harcandığı düşüncesindeyim. Elimde fırsat olsa, eski okulum falan demem direkt müzeye dönüştürürdüm bu muhteşem yapıyı.
Bir deniz manzarası var ki sormayın… Bizim bölüm en üst kattaydı. Asansör vardı ama öğrencilerin kullanması yasaktı. O zamanlar bir de üstüne benim alerjik astımımın azdığı dönemlerdi. Bir keresinde hiç unutmam zor nefes aldığımdan okul yerine hastaneye gitmiştik. Neyse efendim okulun kantini de ana binanın yanında bahçede yer alıyordu. Ben o merdivenleri ine çıka nasıl olduysa bu astım illetinden büyük oranda kurtuldum. Yüzmüş olmamın yararları da yadsınamaz tabii.
Aradan çok zaman geçtiği için hatırlamakta zorlanıyorum tabii. Mesleki derslerimizin yanında bir de matematik, fizik, biyoloji, felsefe gibi dersleri de görmüştük. Günde 10 saat ders mi olur yahu? Sabah git akşam gel fazlasıyla yorucuydu. Niye olduğuna hâlâ anlam veremediğim önlükler giyerdik. Diğer bölümlerin giymesine bir şey demiyorum ama gazetecilik okuyan biri niye önlük giyer? Aa pardon üstümüze manşet sıçrar, haber bulaşır falan.
Konu Avrupa Birliği-Türkiye’ydi sanırım. Öğrenciler katılacak, tartışacak vs. Dedim ben anlamam Avrupa Birliği falan, fikrim yok katılmak istemiyorum. Yok yok sen yaparsın katılacaksın. İyi dedik katılalım, bizim sınıftan arkadaşım Dilek’le üst sınıflardan yine diğer öğrenciler bir grup oluşturduk. Millet çatır çatır Kıbrıs Sorunu vs. tartışıyor, ben mal gibi bakıyorum. Diyorlar niye susuyorsun konuşsana. Ben dinlemeyi tercih ediyorum falan diyorum. Sayfalarca çıktı alıyoruz, fotokopi makinasını ağlatmışız. Dosyalar, dosyalar… Ortak kararla da marka kıyafetler giymemeyi kararlaştırıyoruz. Hiç unutmam evde üzerinde logo olmayan kıyafet, ayakkabı aramıştım. Boğaziçi Üniversitesi‘ne de ilk gidişimdi. Bayağı büyülenmiştim. İngiltere’ye falan gitmiş hissine kapılıyorsunuz. Neyse, biz gittik bekliyoruz ki böyle tartışma vs. olsun, elimizde koca koca dosyalar, liselerle karışık bir şekilde gruplara ayrıldık. Her grupta da bir Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi var. Dedi bu dosyalar ne; bırakın onları, sohbet edelim. O kadar hazırlığa mı, gerilmeme mi yanayım, yoksa dosya dosya belge çıkarışımızın aptallığına mı yanayım bilemedim. Diğer öğretmenlerim Sema Kahraman Vurucu ve İlhan Kocaman‘a da ayrıca teşekkürler.
Bu arada okul ikincisi olarak mezun oldum. Derslerim iyiydi şükür. Sınava çalışmadan 90, 95 alabilen bir yapım vardı (kıçımın kenarı, sanırsın Einstein dediğinizi duyar gibiyim). Okul bitti benim dereceye girdiğimden haberim yoktu; tören mi ne olacakmış mutlaka gel dediler. Okul müdürü ben birinci olacağım diye saat falan almış. Sonra öğrendik ki birinci Bilgisayar bölümünden çıkmış. Sonra Matematik öğretmenim gelip, niye önceden haber vermedin ona göre not verirdik demişti. Adam bana sinir olduğundan (kesin o yüzden) biraz düşük not vermişti. Çalışmamışsın ondan vermiştir demeyin; sınav sorularını ben hazırlıyordum yahu! Neyse, sonra o birinci olan kız (adını hatırlamıyorum sorry) birincilik kontenjanından Boğaziçi Üniversitesi‘ne girdi. Bu yazıda da ne çok Boğaziçi geçti… Tabii o zamanlar bilmiyordum Boğaziçi Üniversitesi‘ne yüksekokulda okurken tekrar yolumun düşeceğini. Lise bittikten sonra ÖSS macerası başladı. Kat sayı sorunu olduğu için dört yıllık bir üniversiteye girmem çok zordu. Ama ona rağmen dershaneye yazıldım (bu gereksizdi işte). ÖSS’ye girdim ama hobi olarak. Sınavsız bir şekilde okul not ortalamamla iki yıl okuyacağım İstanbul Kültür Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Programı‘na tam burslu olarak girdim. Onu da başka bir yazıda anlatırım.
Kardeşini tebrik ediyorum. Güzel bir başarı kazanmış, aferin ona.
Senin lise de ne güzelmiş yahu.
Ne hoş bende okul ikincisiydim, Üniverste'de de ilk üçe girmiştim. Şimdi bakıyorum da çok gerekli değilmiş. Yok yok kesin gerekli değilmiş.
@sezer eser perker Teşekkürler!! Güzeldi valla, müze olmalı müze!! :DD
@Ersin DOĞAN Kesinlikle değil, olmasam daha iyiydi. 🙁 :DD
2009 da girdim bok gibi bir liseydi komşunun çocukları gidiyor şimdi sene 2017 2018 olacak halen bok gibi lise bizim dönemimizde 1 sene boyunca geometri hocası yoktu ve biz o derslerden sınava girmiştik siz düşünün