Reşat Nuri Sahnesi‘nin oradaki Bozdoğan Su Kemeri‘ni görünce “bir gün senin de üzerine çıkacağım” bakışı atmayı ihmal etmedim tabii. Bildiğiniz gibi kemerlere karşı özel bir ilgi, alakam var.
Normalde bozaya bayılmıyorum, aramam da ama nedense içimden sabahın o saatinde oraya gitmek ve boza içmek geldi. Gittiğimizde kimseler yoktu, bir akıllı bizdik koca İstanbul’da.
Laleli’nin içinden geçtikten sonra Sirkeci tarafına yola koyulduk. Yoldan geçerken şurası neymiş girelim deyince yine dalıverdik. İstanbul’da yürürken her bulduğunuz deliğe girin derim. Nelerle karşılaşacağınız belli olmuyor çoğu zaman.
Dışarıda koşuşturmaca, kalabalık ama içeriye bir adım attıktan sonra tüm kargaşa bir anda yok oluyor gibi. Keşmekeş içindeki cennet misali…
Babamla benim anlam veremediğimiz nokta, mezarların fazlasıyla süslü oluşuydu. Osmanlı zamanında mezarlarda bu kadar süs, gösteriş kullanılıyor muydu yahu?
Yürüdük, yorulduk karınlar da acıktı tabii. Sirkeci‘deki Şehzade Cağ Kebabı meşhurmuş. Babam daha önce gitmiş ama ben adını bile duymamıştım. Sirkeci’ye giderseniz mutlaka uğrayın diyeceğim bir yer. Et sevmeyen ben bile bayıldıysam siz hayli hayli seversiniz. Ben bir porsiyon yeyip kalktım, babam ise yemeye devam etti. Onu yemekle baş başa bırakıp iki adım ötedeki İstanbul Demiryolu Müzesi‘ni yine milyonuncu kez gezmeye gittim.
Gitmek isterseniz eğer müze garın içinde yer alıyor ve ücretsiz.
Galata Kulesi‘ne selam çakmayı ihmal etmedik. Bu arada belki biliyorsunuzdur; Eminönü’nde seyyar satıcının “s”si bile yok. Bir simit almak isteseniz bile alamıyorsunuz. Yeni düzenlemeler yapacaklarmış ama yapılana kadar oraların pek tadı tuzu kalmamış gibi.
Yeni Camii önünde birer çay içtikten sonra evdeki Hint Bülbüllerine yem, kafeslerine örtü vs. aldık. Mısır Çarşısı kalabalığını yara yara Kurukahveci Mehmet Efendi‘den kahvemizi de aldıktan sonra eve geri döndük.
Geldiğimizde kapıyı açan, iki haftada bir temizliğe gelen Neslihan abla “O yılanı odandan at!” diye bağırınca kahkahayı patlatıverdim. Meğer yılandan, fareden vs. çok korkarmış. Kitapların üzerindeki oyuncak yılanı da sandalyenin üzerine çıktıktan sonra fark etmiş. Fark edince de eliyle tuttuğu gibi yatağın üstüne fırlatmış. Artık ne kadar korkmuşsa gelir gelmez can havliyle bunu söyledi kadıncağız. 🙂
Durmak yok, İstanbul’u gezmeye, keşfetmeye tam gaz devam!
Mayıs ayında ufak bir İstanbul kaçamağı yapmıştım günübirlik. Yazını okuyunca o geldi aklıma. Üsküdar'dan Marmaray'a binip Cağaloğlu tarafından çıkmıştım. Kitapçıları gezip Türk Ocağı'nın yanındaki mezarları gezmiştim. Ve ben de aynı şaşkınlığı yaşamıştım. Ziya Gökalp, Hasan Fehmi ve daha bir çok isim orada yatıyormuş. Kediler çok ya orada. Ben de peşlerinden az koşmadım o gün 😀
Ne gezdiniz ama! 🙂 İstanbul da öyle bir yer ki bitmez keşfedilecek detayları. Sayenizde biz de faydalanıyoruz. Boza kışı hatırlatır bana, böyle yağmurlu günlerde güzel fikir olabilir.
Galata mı o ?
Gece gör sen onu ama yakından ara sokaklarına gir hatta oralardan istiklalde taksim meydana doğru geçerken nevizadeye uğra. sonrası sana kalmış : )
Bildiğim yerler dahi olsa defalarca gezebilirim. 🙂
Gez gez bitiremedin Güven:) Biz de nasiplendik sayende ama itiraf edeyim içim gitti:)
Bu mevsimde boza içenlerin çok olduğunu düşünmedim, hehalde kışın epey dolu oluyordur.
Annem de yılandan feci tırsar, ismini söylesen kaçar yani:))
@Zihnin Arka Sokakları Marmaray'a binmek nasıl bir duygu. Tecrübe edemedim ben henüz. 😀 Hasan Fehmi'yi göremedik, bir daha gitmek lazım o zaman. :)) Kedileri manyak oranın. 😛
@SadeAnne Gerçekten her gün gezsem yine bitmez. Gezemeyenler için de geziyorum tabii. 🙂 Boza niye kışın içilir acaba, bence her mevsim içilebilecek bir şey.. 🙂
@Muptezel Milyon kez yaptım dediklerinizi. Gece bir başka oluyor gerçekten. Ben de aynı fikirdeyim, gez gez sıkılmam. 🙂
@Semi M.Eller İstanbul hiç biter mi? Az bile gezdim. :)) Niye sadece kışın içiliyor orasını anlayamadım, pek ağır değil aslında. 😀
Benim annem de korkuyor ama o denli değil tabii. Kadının korktuğunu bilsem koyar mıydım hiç. 😀
Kedi de tam bir jön bakışı var. Kadir İnanır'la Cüneyt Arkın karışımı :))
En son 3 yıl önce gezmiştim o güzel Eminönü'nü. Kahveleri görünce kokusu geldi burnuma, nasıl da sıra vardı son gittiğimde. İstanbullu olmama rağmen çok gezemeden şehri terk ettiğim için şaşırmıştım 🙂
Çemberlitaş'ı ilk defa küçükken, beni köpek ısırınca kuduz aşısı vurmak için götürdükleri yere giderken gördüğümü hatırlıyorum. O kadar net ki aklımda çemberlitaş = kuduz aşısı, korku ve aşı vurulduğum yerdeki çığlıklar demek.
Mis gibi travma 🙂
Şu kedilerin psikopatları hep seni mi buluyor anlamıyorum, aynı beni de kelebeklerin bulması gibi. Çekim yasası mı yoksa?
@Şirvan Ahahah bence de. 😀
@Ponti Sıra hep var, sadece Pazar günleri pek olmuyor. Darphane gibi çalışıyorlar mübarek. 😀
Allah'tan beni şimdiye kadar köpek ısırmadı, kedi tırmalamadı vs. yoksa benim de mis gibi travmam olacaktı. Güzelim Çemberlitaş'ın ne kötü anısı varmış, yeniden ziyaret edip güzel anılarla değiştirmek gerek onu. :))
Valla da beni buluyor, bir tane mülayime denk gelemedim. 😀 Kesin çekim yasası, hatta ötesi! :)))
harika çekimler yapmışsın güven. blogger panelde postların çıkmıyor yaa iyi ki kontrol ettim siteni şimdi.
baba oğul gezmesi ne güzel . şanslısın yaa. boza içmedim galiba ben ya da içtim mi hatırlayamıyorum ama çok faydalıymış . Galata Kulesine benden de selam söyle. gezmeye devam 😉 kedi hastası olaraktan "yirim onları beeeeeen" diyerek yorumumu sonlandırıyorum efenim 😉 🙂
@Kreatif Baskan Çok teşekkürler!! Blogger'da oluyor öyle arada, bir düzelemedi gitti. Boza faydalıymış gerçekten ama pek sevmiyorum ben. Faydalı olduğu için kesin. 😀 Söylerim tabii, durmak yok gezmeye devam. 🙂 Ben de kedi severim ama uzaktan… 😀