Bugüne kadar beğenerek izlediğim, Engin Alkan imzalı; Keşanlı Ali Destanı, Vişne Bahçesi, İstanbul Efendisi ve Şark Dişçisi oyunlarına bir yenisi daha eklendi. Huysuzluk yapmayıp bir an önce “Huysuz” müzikalini görün derim.
Cumartesi günü Cemal Reşit Rey Türk Müziği Topluluğu konserini izledikten sonra çıkışta arkadaşım İrem‘e “Huysuz müzikalini çok merak ediyorum, gidelim mi?” diye sormam üzerine kendisi beni kırmadı sağ olsun, bu teklifimi kabul etti ve koşa koşa gidip biletlerimizi aldık.
Engin Alkan‘ın Molière’in “Hastalık Hastası”, “George Dandin”, “Zoraki Evlenme”, “Cimri” ve “Teodor Kasap”ın Molière’den adaptasyonu olan “İşkilli Memo” oyunlarından yola çıkarak yazdığı ve yönettiği “Huysuz” müzikali benim için sürprizlerle doluydu.
Şöyle ki; Engin Alkan tanıdığım ve sahnede bayılarak izlediğim bir oyuncu, ancak diğer oyuncuları canlı canlı izleme fırsatım hiç olmadı. Nasıl bir performansla karşılaşacağım endişesi hakimdi ne yalan söyleyeyim. Gerçi bu durum bir oyunu izlemeden önce herkeste oluşuyordur diye düşünüyorum. Sonuçta oyunlar hakkında yapılan araştırmalar, çevreden alınan duyumlar, izlenilen röportajlar kişilerde beklenti yaratır. İşte bu beklenti bende de vardı. Ama Engin Alkan beni yine yanıltmadı sağ olsun.
Oyuncu seçimleri çok doğru yapılmış ve oyuncular arası güzel bir uyum yakalanmış. İlerleyen zamanlarda bu uyum daha da yerine oturacaktır diye düşünüyorum. Aralarındaki enerji akışına seyirciyi de dahil etmeyi başarabilmek kolay olmasa gerek.
Müzikler Selim Atakan imzasını taşıyor ve yine izleyiciyi akılda kalıcı bestelerle buluşturuyor. Yunus Emre‘nin “İlim ilim bilmektir | İlim kendin bilmektir | Sen kendini bilmezsen | Ya nice okumaktır”ı hâlâ mırıldanıyorum desem yalan olmaz. Dekor ve ışık tasarımı için Cem Yılmazer‘e, muhteşem kostümlerin tasarımını yaptığı içinse Tomris Kuzu‘nun eline sağlık diyorum.
Engin Alkan‘ın performansı hakkında yorum yapmaya gerek yok. Yine döktürmüştü. Onu sahnede canlı izleme imkânına sahip olduğum için oldukça şanslıyım sanırım. Adam Türk halkına tiyatroyu sevdiriyor daha ne yapsın. Fazla sululuk yapmadan ve bayağı esprilere başvurmadan da kaliteli komedi yapılabileceğini gösteriyor.
Sırf Deniz Uğur’u izlemek için bile “Huysuz”a gidilir.
Deniz Uğur performansıyla resmen beni büyüledi. Bu kadarını beklememiştim doğrusu. Oyuncular dizilerde heba oluyor diye boşa demiyorum. Kendisi hakkındaki ön yargımı bile söküp attı ve bana büyük bir ders verdi. O sürekli sahnede olsun, ben bütün oyunlarına koşa koşa giderim. “Huysuz”a sırf onu izlemek için bile gidilir, o kadarını söyleyeyim siz gerisini anlayın. Oyunun afişteki fotoğrafında ise çok farklı çıkmış. Kendisini zar zor tanıdım. Onu değiştirseler keşke.
Büşra Pekin‘i “Çok Güzel Hareketler Bunlar”la tanıdım. Kendisi beğendiğim bir oyuncu. Engin Alkan‘la başrolü paylaşmak herkesin harcı değildir ama kendisi ustalıkla rolünün üstesinden gelmiş.
Gülhan Tekin “Çok Güzel Hareketler Bunlar”da bana göre kendini tam bulamamış, diğerlerinin arasından sıyrılıp tam anlamıyla patlayamamıştı. Ama adım adım kendi ışığını iyi anlamda gözümüze sokmaya başarıyor. Popülist bir tavırla ucuz dizilerde baş gösterip paraya para demeyebilirdi. Doğru seçimlerle iyi işlerde yer alarak kendini parlatmaya hızla devam ediyor. Aman nazar değmesin diyelim. Umarım sahneleri asla bırakmaz ve kendini televizyon dizilerine kaptırmaz. Kaliteli diziler tabii ki var ve yer almasın demiyorum ama sinema ve tiyatronun yeri apayrı. Kendisini farklı oyunlarda görmeyi merakla bekliyorum.
Umut Temizaş ve Esra Akbaş‘ı da sahnede ilk kez izledim. Esra Akbaş‘a lafım yok, rolünün hakkını fazlasıyla veriyor. Zaman zaman seyirciden alkış alması gereken yerlerde alkış alamadı ama bu tabii onun değil seyircinin tutukluğuydu. Umut Temizaş‘ın ise sesini çok beğendim. Oyununu bir tık daha abartabilir diye düşünüyorum.
Haki Biçici‘yi oyundan bir gün önce Okan Bayülgen‘in programında izlemiştim. Oyunculuğu hakkında Hanımın Çiftliği dışında pek bilgim yoktu, bu da benim kusurum tabii. Hanımın Çiftliği’nde oldukça başarılıydı. Müzikalde oynadığı iki rol arasında doktor adayı Arif‘i daha çok beğendim diyebilirim.
Olumsuz bir eleştiri olarak, üç saate yakın süren oyun bana biraz uzun geldi. Biraz daha kısa olabilirmiş. Bir de bir ara Engin Alkan’ın mikrofonu bozuldu. Arkadaşım da ben de iyi ki bozuldu dedik. Zira mikrofonsuz doğal sesle oyunun içine daha çok girdiğimi hissettim. Mikrofon bende televizyon seyrediyor hissiyatı yaratıyor nedense. Mikrofon olmazsa şarkılar vs. ne olacak derseniz bilemiyorum ama olmasa bence daha iyi olurdu.
Engin Alkan başta olmak üzere, diğer tüm oyuncular ve emeği geçen herkesi kutluyorum. Alkan’ın büyük bütçeli, geniş oyuncu kadrosu olan, dansları ve müzikleriyle uluslararası müzikallere de imza attığı günleri görmeyi umutla bekliyorum. Umarım o günler çok uzak değildir.
Oyunun konusunu merak edenler:
“Molière’in Huysuzu” lakaplı eski tiyatro oyuncusu Armağan Özcan’ın hafızasında kalan pek çok Molière oyunundan izler taşıyan eğlenceli, aşklı, entrikalı, danslı, müzikli rengarenk bir komedi olan “Huysuz”da; Özcan’ın kendisi hastalık hastası, cimri, huysuz bir ihtiyarken, huzurevinin sakinleri, başhekimi, hemşiresi, hastabakıcısı da oyunun diğer karakterlerine dönüşür. Tedavi masraflarına para dökmekten kurtulmak için kızını ille de bir doktorla evlendirmek isteyen Harpagan, evin hastabakıcısı, hizmetçisi ve belki de her şeyi olan Anjelik’in tüm uyarılarına rağmen kararından dönmez. Oysa kızı Sümbül, kalbini çoktan yakışıklı Klean’a kaptırmıştır. Ama Klean evlenme teklif etmek için cesaretini toplayamadan, budala doktor adayı Arif ve kibirli annesi Mürşide Huzurlu, Sümbül’ü istemeye gelmişlerdir bile. Anjelik, Harpagan’ın genç ve seksi karısı Madam Biju’ya mektup taşıyan Memo’dan, Madam Biju’nun çevirdiği dolapları öğrendiğinde; Sümbül’ü bu zoraki evlilikten kurtarabileceğini düşünse de, Klean ve Sümbül arasındaki yanlış anlaşılmalar işleri iyice karıştıracaktır.”
Güven yine hayat kurtardın bak 🙂
Sen sadece Deniz Uğur'a önyargılıymışsın ben tümden oyuna karşı öyleydim ta ki yazını okuyana kadar.
En yakın zamanda izlenecekler listeme aldım. Bu arada bir sorum olacak sence Can ile gidilebilir bir oyun muydu? Malum çocuk oyunlarının çok çocuk büyük oyunlarının bazıları da (argo kelimeler ve küfürler dolayısı ile ) çok büyük kaldığı bir yaştayız 🙂
Sevgiler
@Keşke Gerçek Olsa Aslında bende de vardı ön yargı ama işin içinde Engin Alkan olunca… :)))
Valla Can'la gitmeyin derim. Salonda çocuklar vardı ama oyun zaten uzun, ara ara da argo kelimeler vardı. Kardeşimi götürsem sıkılırdı kesin. Tam olarak İstanbul Efendisi, Şark Dişçisi tadında değil çünkü.
Saygılar. 😉
Açıkca söylemek gerekirse ikinci kez Engin Alkan'ın yönettiği oyunu izliyorum. Vişne Bahçesi oyunu ile Çehov'u mezarda ters döndürmesinden sonra bu oyunda bende hayal kırıklığı yaşattı. Gereksiz yere uzatılması oyundan sıkılmama neden oldu. Ayrıca o kostümler neydi öyle. Renkli olduğu çok doğru ama ben bu kostümler çocuğumun okul müsameresinde sergiledikleri oyunda kullanırdım. Deniz hanımın güzelliği ve oyunculuğu maalesef oyunu kurtarmak için yeterli olmadı. Eleştri biraz sert olabilir ama benim param ve zamanım kıymetlidir. İkisinide boşuna harcadığımı düşünüyorum. Umarım bir daha ki oyununda daha dikkatli olur ama ben artık bu yönetmeni bir daha izlemeyi düşünmüyorum.
Saygılar…
Oyunu beğenmeyenlerin genel olarak alt metinlerini görmek noktasında sıkıntı yaşadığını düşünüyorum. ciddi emek verilmiş güzel bir oyundu.